Bu adamlar birbirini sevmiyor… Fransızlar’dan ve Almanlar’dan bahsediyoruz. 2. Dünya Savaşı’nın ardından, 1957 yılında kurulan Avrupa Birliği’nin (o zamanki ismi ile AET Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun) amacı aslında, 20 yıl arayla 2 büyük savaş yaşayan ve daha öncesinde de defalarca savaşmış olan bu 2 ulusu bir işbirliğine razı etmekti.
1789’dan bu yana “milliyetçilik” etkisi altındaki Avrupa’da, savaş dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi cephelerde değil, artık başka yerlerde devam ediyor: Endüstriyel ürünlerde, milli futbol takımları arasındaki maçlarda ve hatta sinemada…
Filmin yapımcısı Luc Besson’u Leon ile tanımıştım, Taxi’de farklı bir denemenin içerisine girdi.
Taxi bu yönüyle tuhaf bir film. W124 Mercedes E Serisi otomobilleriyle Marseille’de yasadışı işler yapan bir grup Alman’ı durdurmak için çaresiz kalan Fransız polis teşkilatı, Peugeot 406 kullanan bir taksi sürücüsünden yardım istiyor…
Bu taraftan film Alman düşmanlığı yapıyor gibi görünse de aslında Fransız polis teşkilatıyla alay ettiğini de unutmamak gerekiyor. Bu yönüyle, bu film Natuk Baytan’ın yönettiği Kemal Sunal filmlerinden farklı değil.
Taxi’nin başrolünde ise Peugeot 406 var.
Peugeot 406 3.0 Fransızlar’ın yaptığı az sayıdaki iyi otomobilden biri. Citoren DS gibi, Renault Alpine gibi… Az sayıda bulunan bu model, 2.0 litrelik 406’lardan çamurluklarında bulunan V6 yazısı ile ayrılıyordu. Daha downsizing akımının otomotive yön vermediği ve atmosferik motorların hakim olduğu o zamanlarda, büyük hacim ve daha çok devir daha yüksek güç anlamına geliyordu.
Unutamadığım diğer şey ise 3.0 litrelik V6’nın savurganlığı…
Bu otomobile binebilmiş az sayıda şanslı kişiden biriyim. V6’nın Yalova tepesinin karla kaplı asfaltını ve buzlanmış feribot iskelesinin zeminini kazımasını da unutamıyorum. Ön lastiklerin torque steering’e düşmesini ve aracın burnunun sağa sola gezmesini de… Artık hiçbir şey o zamanki gibi değil. Emisyon düzenlemeleri ve çevreye saygı gösterme gerekliliğimiz, diğer taraftan da akaryakıt fiyatları bu motor nesline son verdi.